Ülkemizde resmi açıklamaya göre 13 milyon 400 bin emekli ve hak sahibi bulunuyor. Ülke nüfusumuzun yüzde 10’unden fazlası emekli statüsünde yaşamını devam ettiriyor.
Ülkemizde emekli denilince akla gelen ilk şey, ayın belirli günlerinde bankalar önünde oluşan kuyruklarıdır. Gazete ve televizyon haberlerinden yıllardır aşina olduğumuz bu görsel, emeklileri maaş günlerinde sokağa çıkan, diğer günlerde evde oturup torun bakan bir kesim olarak algılatılmaya çalışılmasının göstergesidir.
Bu durum aslında egemen kesimlerin emeklilere yüklediği roldür. Emeklilik, bir tür toplumsal dışlama mekanizması olarak işlev görmektedir. Bu anlayışa göre üretimin aktif bir parçası olmayanlar, toplumsal zenginliklerin de hak sahipleri olamaz.
Bu dışlayıcı anlayış, emek ile emekli arasındaki bağı koparmak, görünmez kılmak, emeklileri toplumun sırtında bir yükmüş gibi göstermek istemektedir. Oysa her şeyden önce bilinmelidir ki, sosyal güvenlik devletin en temel görevi, yurttaşın da en öncelikli hakkıdır. Sosyal güvenliğin temel amacı bireyleri karşılaşacağı sosyal risklere karşı korumak ve bu risklerle karşılaştıkları zaman, riskin etkilerini en aza indirmektir. Bunun için çalışanların maaşlarından sosyal güvenlik primi tahsil edilir ve bu primler devlet tarafından kullanılır. Yani sosyal güvenlik mekanizmasının temel mantığı toplumun bütününün, her bir parçasına ve geleceğine ortaklaşa sahip çıkmasıdır.
Neoliberal anlayış bu toplumsal mekanizmayı ortadan kaldırmak, sosyal güvenlik ve sağlık sitemini bütünüyle ticarileştirmek, tüm kamusal zenginlikleri sermayeye kesimine aktarmak üzerine şekillenmiştir. Sosyal güvenlik alanında yıllardır küresel kapitalizmin dayatmalarıyla yapılan neoliberal düzenlemelerle emeklilik yaşı uzatıldı, çalışma gün sayısı artırıldı, aylık bağlama oranları düşürüldü, sağlığın finansman modeli değiştirildi. Bireysel emeklilik sistemleri ortaya çıktı. Zamanla Bireysel Emeklilik Sistemi zorunlu hale getirildi
Bu uygulamalarla sosyal güvenlik sistemi çökertildi, emekli olabilmek zorlaştırıldığı gibi, emekli maaşlarındaki artışlar da enflasyonun altında tutularak emekliler açlık sınırında yaşamaya mahkum edildi.
İktidar dönemi boyunca, ülkenin tüm kaynaklarını yandaş sermaye kesimlerinin hizmetine yönlendiren, birbiri ardına yapılan düzenlemelerle kamu kaynaklarını şirket kurtarmaları için harcayan, kamu bankalarının tüm kredi olanaklarını sermaye kesimlerine sunan siyasi iktidar emek karşıtı yüzünü salgın döneminde de sergilemeye devam etmektedir.
Açlık sınırının 4.013 TL’ye ulaştığı günümüz Türkiye’sinde ve içinde yaşadığımız bu zor koşullarda en düşük emekli maaşının 5.200 TL’ye çıkartılması, .
Bugün tüm dünya çapında iflas eden neoliberal anlayış ve onun ülkemizdeki 19 yıllık sadık uygulayıcısı olan iktidarın emekçilerin alın terine olduğu gibi, emeklilerin geride kalan hayatlarına da göz dikmiştir.
Attığı her adımla hayatlarımızı giderek yaşanamaz hale getiren, bu zihniyete karşı insanca yaşanacak bir ülke için birlikte mücadele edecek, birlikte kazanacağız.
Türkiye Bağımsız Emekliler Platformu
Bölge temsilcisi
Hayrettin BULUT